İstanbul’un en anıtsal noktalarından birindeyim. Süleymaniye, yapıldığı zamandan itibaren uzun yıllar ulemanın saygınlığına bağlı olarak İstanbul'un en seçkin ve önemli semtlerinden oldu. Süleymaniye Medresesi, İstanbul'un en yüksek derecede ve seçkin eğitim veren kurumuydu. Haliç'e doğru inerken kurulan dükkanlar, ticari işlevlerini o dönemde olduğu gibi günümüzde de korumaya devam etmiştir.
Bugünkü külliyenin bulunduğu alanda bir zamanlar Osmanlı’nın Eski Saray’ı yer alıyordu. Sarayın 1540’ta geçirdiği bir yangından sonra kısmen boşaltıldığı ve arsasının küçüldüğü düşünülerek, bu alanın yeni bir külliye için uygun olacağına karar verilmiş ve caminin inşaatına başlanmış.
Evliya Çelebi, Eski Saray’ın yapım yerinin seçilmesiyle ilgili bir efsane anlatıyor; bu bölgeden çıkan ve oldukça yumuşak olan Ayn-ı Şem’un adlı sudan dolayı Fatih Sultan Mehmet sarayı bu noktaya yapmaya karar vermiş. Yine Evliya Çelebi’nin bahsettiğine göre, burada aynı zamanda Bizans döneminden kalma bir meclis ve bir senato binası da bulunuyormuş.
Diğer bir sebep de külliyenin şehrin ana arterlerini kontrol edecek bir bölgede olması. Roma döneminde gelişen şehir şeması, Bizans ve sonraki yüzyıllarda önemli ölçüde değişikliğe uğramışsa da ana yolların çizdiği yatay ve dikey hatlar mevcudiyetini korumuştur. Haliç’e doğru inen ticari merkezlere de oldukça yakındır. Sonuçta külliyenin alan seçimiyle ilgili olarak, sebepleri topografik zenginlik ve tarihsel gelenek olarak özetleyebiliriz.
Gelelim külliyenin inşaatına… Mimar Sinan’ın yapılarının projelerini çizdiğini ve maketlerini yaptığını, inşaat defterlerinden okuyabiliyoruz. Yani yoğun bir planlama mevcut. Tezkire ve hükümlerde onlarca defa “resm” kelimesinin tekrarlandığını, çizim yapılmak üzere kâğıt ve mürekkep için yapılan harcamaların masraf defterlerinde yer aldığını görebiliyoruz.
Süleymaniye Külliyesinin günlük inşaat defterleri yalnız Süleymaniye değil, Osmanlı döneminde şantiyelerinin örgütlenmesi, yapı malzeme ve teknikleri, malzeme kaynaklarına dair de ayrıntılı bilgi veriyor. Kayıtlara göre, çoğunluğu acemi oğlanlarından oluşan vasıfsız işçilerin dışında bennalar (duvarcılar) ve sengtıraşlar (taş yontucuları) en büyük usta grubunu oluşturmaktaydı. Haddadlar (demirciler), nakkaşlar, neccarlar, camgerler (camcılar), surbgerler (kurşun döşeyiciler) başlıca ustalardı. Bunların yanında arabacılar, hamallar, ırgatlar, aşçılar, ambarcılar, peremeciler de yer almaktaydı.
Külliyenin bazı kısımları farklı tarihlerde tamamlanabilmişti. Külliyenin vakfiyesinde külliyeye gelir getirmesi amacıyla toplam 217 köy, 34 mezra, 7 değirmen, 3 mahalle, 2 ada, 2 iskele, 2 dalyan, 2 çiftlik, 1 çayırlık ve 6 koy mahsulü vakfedilmişti. Süleymaniye, daha önceki külliyelerle kıyaslandığında astronomik bir rakama mal olmuştu. Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin külliyenin merkezini teşkil eden caminin mihrap duvarı temeline sembolik olarak ilk taşı koymasıyla inşaat başlamış oldu.
Yedi senelik hummalı bir inşaatın ardından cami nihayet açılıyor. Rivayete göre, açılış günü caminin sembolik anahtarı Sultan Süleyman’a veriliyor. Sultan camiyi açmak istemiyor. Dönemin ulemasına dönüp soruyor “Caminin açılışını yapmak kime münasiptir?” diye. Ulema da “Mimarbaşına” diye yanıtlıyor. Sultan Süleyman anahtarı Mimar Sinan’a veriyor ve Mimar Sinan anahtarı kapıya takıp ‘Ya Fettah’ diyerek camiyi açıyor.
İçeri girdiğimizde bizi eşi benzeri olmayan bir şadırvan karşılıyor. Burada alışkın olduğumuz tabure, kurna, çeşmeler ve havuz yok; kapalı formda, kutu gibi bir şadırvan bu. Su, içinde, gökyüzü sistemi gibi işlenmiş tavandan aşağıya akıyor. Mimar Sinan, bu şadırvanın eşi benzerini bir daha yapmıyor.
Akdeniz coğrafyasında devşirme malzeme kullanımı tamamen güç ve prestij ile ilgili bir durum. Kanuni de devşirme malzemenin bu özelliğini bildiğinden, camisinde bu malzemelerin kullanılmasını istemişti. Külliye için Hippodrom’daki mermer levhaların söküldüğü belirtiliyor. Devşirme malzemenin toplandığı yer yalnızca İstanbul’la sınırlı da değildi. Mimar Sinan’ın emrinde çalışan mimarların külliye için imparatorluğun dört bir yanındaki antik kalıntılardan en güzel mermerleri toplamaya gönderildiği belirtiliyor: İznik, İskenderiye, Midilli, Milet, Baalbek, Alanya, Mersin... İçeride de, kubbeyi dört devasa kırmızı sütunun taşıdığı görülür. Bunlardan biri, Kıztaşı’ndan, biri İskenderiye’den, biri Topkapı Sarayı’ndan ve biri de Baalbek’ten getiriliyor.
İçeri girdiğimizde hemen aşağıdaki Rüstem Paşa camisiyle kıyaslandığında bu yapıda çininin çok az kullanılmış olduğunu görüyoruz. Çünkü Sinan, mimari yapıyı ön plana çıkarmak isteyerek, Şehzade Mehmet, Selimiye ve Süleymaniye gibi anıtsal camilerde, süslemeyi bir fon olarak kullanmıştır. İçeride revzen işçiliğinin en güzel örneklerinin yanında hat sanatının da şaheserlerini görebiliriz. Bir de is odası bulunmaktadır ki bununla ilgili pek çok hikaye anlatılır.
Rana Demiriz
Köşe yazılarımı YouTube kanalımdan izleyebilirsiniz.