İstanbul’un Kalbi: Vefa Mahallesi, Rana DEMİRİZ
Rana DEMİRİZ
26 Mayıs 2021

İstanbul’un Kalbi: Vefa Mahallesi

İstanbul’un Kalbi: Vefa Mahallesi

Vefa semti, Roma ve Bizans dönemlerinde kentin önemli bir kavşak noktasıydı. Hem devletin yönetim merkezi olan saraylar bölgesine hem de ekonominin can damarı olan ticari merkezlere yakınlığı sebebiyle özellikle yerleşim yeri olarak kullanılan bir semtti.

     Gezimize öncelikle Kalenderhane Camisi’nde başlıyoruz. Yapılan kazılarda bir hamam kalıntılarının üzerine inşa edildiği anlaşılan ve daha sonraki dönemde bir Bizans kilisesi olan yapı, 1204 Latin istilası esnasında Katolik kilisesi olarak kullanılmış. Fatih Sultan Mehmet’in şehri fethetmesinin ardından Kalenderiye Tarikatı’na vakfedilir ve yeni bir kimlik kazanarak onların zikirhâneleri olup zaviyeye dönüştürülmüş. Bugünkü ismi de buradan gelmekte; Kalenderhâne, yani Kalenderîlerin toplandığı yer. Kalender kelimesi ise Farsça, ‘dünyayla bağlantısını kesmiş, kayıtsız, Allah yoluna dönmüş’ anlamına gelir.

     Plan olarak tipik haç planına sahip. Aynı zamanda, çoğu kazınmış olsa da hala görülebilen fresklere sahip bir yapıdır. İç duvarlarında çeşit çeşit, renkli mermer kaplamalar vardır. Bu renkler sizi başka bir yolculuğa çıkarır. Girişteki kemerin üzerinde mozaik bulunmaktadır. Anlaşılması çok zor, ama ikonografiye biraz alışık gözler Hazreti Meryem tasvirini seçmekte zorlanmaz.

Görkemli bir saray hamamından, zengin bir kiliseye, sonra bir zaviyeye, daha sonra bir zaviyeye/camiye çevrilen, sonunda imparatorluğun çöküşüne paralel bir süreç içinde, Cumhuriyet dönemindeki restorasyona kadar yıpranan bu yapı kompleksi, İstanbul’un kent yapısının değişmesindeki karmaşıklığı da gözler önüne seriyor.

Buradan semte ismini veren Şeyh Ebu’l Vefa hazretlerinin türbesine geçiyoruz. İstanbul’un fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıt döneminde İstanbul’da ismini verdiği semtte yaşamış Osmanlı velilerinden. Hac yolundayken, çevresinde gördüğü hürmet üzerine önemli bir şahsiyet olduğu düşünülerek korsanlarca kaçırılmış ve esir alınmış. Kahramanoğlu İbrahim Bey tarafından fidye ödenerek kurtarılmış. Onunla ilgili anlatılan hikayelerden biri de dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet’i pek çok kez kapısından döndürmesiyle ilgili. Bunun nedenini soranlara “Bizim birbirimize olan sevgimiz o kadar fazladır ki, biz bir araya geldiğimizde sohbetimiz bize vazifelerimizi unutturur, ona da padişahlığı bıraktırır. O yüzden kabul etmiyorum.” Demiş.

Semtle özdeşleşen bir diğer yer de Vefa Bozacısı. Tabii, boza deyince aklımıza çocukluk gelir. Sokaktan geçen bozacılar ve bozayla tadı daha da büyüyen leblebi… Bu iki lezzeti, Boza ve leblebiyi tarihi bir yerde deneyimlemek isterseniz Vefa’ya mutlaka gelin.

Tarihi Vefa Bozacısı ve Tarihi Vefa Leblebicisi adlarından da anlaşılacağı üzere Fatih Vefa’da aynı sokakta karşılıklı bulunan tarihi iki dükkân. Biri 1876’dan biri diğeri ise 1922’den bu yana faaliyet gösteriyor.

Vefa Bozasının hikayesi ise Hacı Sadık Bey ile başlıyor. Kendisi 1870 yılında Arnavutluk’tan İstanbul'a gelmiş. O yıllarda boza şimdi içtiğimizden farklı şekilde daha sulu, daha esmer renkli ve tadı daha ekşiymiş. Fakat şehir halkı tarafından o kadar çok seviliyormuş ki, şehirde halihazırda 200’e varan bir bozacı esnafı varmış. O ise farklı bir yöntem deneyerek bozayı bugünkü daha koyu kıvamlı ve açık sarı renkli haline getirmiş. Dükkanını açmadan önce sırtında taşıdığı güğümlerde tam altı sene boyunca Vefa mahallesini dolaşarak satmış bozasını. Sene 1876’yı gösterdiğinde ise bugünkü yerini açmış.

Vefa gezimizde son durağımız Şehzade Cami. Kayıtlarda Mimar Sinan'ın en süslü minarelerini kullandığı cami olarak geçer. Aynı zamanda Mimar Sinan tarafından “Bu yüce binada güzel sanatların her türü birbirine uyum halinde tatbik edilmiştir” şeklinde tarif edilen, çıraklık eserim dediği camidir. Hem camii de hem de türbelerde güzel sanatların her bir dalının en ince şekilde işlendiğini görüyoruz, fakat burası aslında bir yas camisi.  Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın genç yaşta çiçek hastalığından ölen, çok sevdiği oğulları Şehzade Mehmet için yapılmış. Kanuni’nin gözyaşları kubbede adeta şerefelerin altından akan gözyaşı damlaları şeklinde nakşedilerek sembolleşmiş.

Şehzade Mehmed Türbesi’nin içi rengârenk çinilerle dolu. Ortadaki sandukada Şehzade Mehmed, sağında Şehzade Cihangir, solunda Hümaşah Sultan yatıyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın caminin tamamlanmasının ardından kırk gün hiç ara vermeden oğlunun mezarına gidip dualar okuduğu rivayet edilir. O kadar üzülmüş ki, oğlunun mezarının başına bir taht koydurmuş. Sadece üzerinde taht bulunan bu sandukayı ve zarif türbesini görmek için bile gelmeye değer.

Rana Demiriz

Köşe yazılarımı YouTube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Reviews(0)
Doğrulama Kodu : 3411
Kodu Girin